Ünlü yönetmenlerin ilk adımları: Kısa metrajdan uyarlanan 5 film!
Sinema kariyeri, oldukça istisnai örnekler hariç, meşakkatli bir yoldur. Fazlasıyla risk almanız gerekir. Hiç kimse, harika fikirlerinizi dinleyip önünüze milyon dolarlar bırakmaz. Onlara bir şeyler göstermeni gerekir. Onları sıkmadan, dikkatlerini çekecek ve size istediğinizi elde etme yolundaki kapıları açacak bir şey. Bütün sinemacıların hayallerinde, bu kapının anahtarı olarak görülen bir sinema mucizesi mevcut: Kısa filmler.
Her ne kadar kısa film tutkunları bu tanımdan hiç hoşlanmasa da, kısa filmlerin, uzun metraj kariyerleri için muazzam bir basamak olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bunu elbette ki, kısa film türünün başlı başına bir sanat kolu olduğu gerçeğine saygısızlık etmeden dile getiriyoruz. Lakin hayal gücü, bütçe veyahut imkan gibi detaylara kısılıp kalmaz. Bazen, elinizde olan kaynaklardan kat ve kat daha büyük hayaller kurabilirsiniz. Yapmanız gereken oldukça basit, sizin sanata anlayışınızı yansıtan, ne kadar kısıtlı imkanlarla çekilmiş olursa olsun, bir kısa film çıkarın. Eğer çıkardığınız iş sizi tatmin etmezse, bir gün geri dönüp tamamlarsınız. Aynı listemizdeki isimler gibi!
Alive In Joburg / District 9
Herkes kısa filmiyle dikkat çekmek ister. Şans yaver giderse, binler, talih kuşu size vurursa milyonlar izleyebilir filmi. Lakin bir kısa filmle Peter Jackson’ın dikkatimi çekmek, işte buna tek zarla düşeş atmak denir. Güney Afrikalı yönetmen Neill Blomkamp, 2005 yılında çektiği altı dakikalık kısa filmi Alive In Joburg ile dünya çapında üne kavuştu. The Lord Of The Rings serisinin yönetmeni Peter Jackson, kendisinin yapabildiklerinden o denli etkilendi ki, popüler oyun serisi Halo’nun beyaz perde uyarlaması için Blomkamp’ı yapımcılara önerdi. Proje ne yazık ki iptal edildi, lakin Jackson bir şekilde genç yönetmeni başarıya taşımak istiyordu. Peter Jackson, Neill Blomkamp’a 30 milyon dolarlık bir çek yazık, “her ne yapmak istiyorsa, onu yapmasını” söyledi. Sonuç ise, dört yıl önce çektiği kısa filmi, uzun metraj haline getirmek oldu. Biz de böylece District 9 gibi cesur ve farklı bir bilim kurguyu izleme şansını yakaladık.
Within The Woods / Evil Dead
Sam Raimi ve en yakın arkadaşı Bruce Campbell, lisede dersleri pek dinleyemediler. Çünkü akıllarında sadece film çekmek vardı. İkili, yalnızca 19 yaşındayken, zar zor biriktirdikleri 1600 dolar ile, ormanın ortasında bir kabin kiraladılar. Bütün görsel efektler elle, saatler harcanarak yapıldı. Sam Raimi’nin yönettiği, Bruce Campbell’ın baş rolü oynadığı Within The Woods isimli 30 dakikalık kısa film çıktı ortaya. Sam Raimi, filmi neredeyse bütün lokal sinemaların beğenisine sundu. Yalnızca bir sinema, kült film Rocky Horror Picture Show’dan önce, “eğer izleyiciler küfredip durdurmak istemezse” yayınlayacağına söz verdi. İki yıl boyunca, koltuk altlarında filmin makaralarıyla dolanıp durdular. Maceralarının sonunda, bir yapımcı ışığı gördü ve ortaya bol sıfırlı gişelere koşacak seri Evil Dead çıktı.
Customer Is Always Right / Sin City
Bazen en usta isimler dahi, birilerinin gözüne girebilmek adına çaba sarf etmek zorunda kalabilir. Robocop’un devam filmlerinden hiç memnun kalmayan Frank Miller, bir daha asla, hiçbir yönetmenin işlerini mahvetmesine izin vermeyeceğine yemin etti. Miller, kendisine ait çizgi romanların haklarını, yıllarca hiç kimseye vermedi. Lakin Robert Rodriguez, zor olanı denemeye kararlıydı. Sin City’yi, beyaz perdeye, orijinaline tamamen sadık ve benzersiz bir görsellikle taşıyabileceğinden emindi. Yine de, uzun tartışmalar dahi Frank Miller’ı ikna etmeye yetmedi. Robert Rodriguez’in pes etmeye hiç niyeti yoktu. Eğer Sin City’yi uyarlamasına izin verirse, ortaya çıkacak yapıtı göstermek adına, filmde kullanmak istediği ışık ve kurguyu işlediği üç dakikalık bir kısa film çekti. Customer Is Alaways Right, Frank Miller’ı ikna etmeyi başardı ve Sin City doğdu.
The Hard Case / Lock, Stock & Two Smoking Barrels
Guy Ritchie, takvimler 1995’i gösterirken, film setlerinde kendi tabiriyle “kimsenin yapmak istemeyeceği işleri” yapıyordu. Birkaç lokal müzik grubunun müzik videolarından daha büyük bir sorumluluk verilmemişti kendisine. Neredeyse sıfır maliyetle, The Hard Case isimli bir kısa film çekti. Yirmi dakikalık yapım, internet öncesi çağda bir kısa film ne kadar duyulabilirse, o kadar duyuldu. Filmi izleyen azınlıktan biri de Trudie Styler isimli bir genç kadındı. Trudie, hayran kaldığı filmi, söz konusu türe ciddi anlamda ilgi duyan eşine izletti. Eşi, filmi tek kelimeyle kusursuz buldu ve yönetmeni Guy Ritchie ile oturup konuşmak istedi. Ritchie, kiminle görüşmeye gittiğini bilmiyordu. Masadan ayrıldığında, cebinde bol sıfırlı bir çek vardı, üzerinde rock yıldızı Sting’in imzası bulunan.
Bottle Rocket / Bottle Rocket
Wes Anderson, Texas Üniversitesinde, beraber tiyatro dersi aldığı iki kardeş ile ciddi bir samimiyet kurmuştu. Owen ve Luke Wilson, yeni arkadaşları Wes Anderson’ı bir film çekmeye itiyorlardı. Wes Anderson ise, o dönemde ciddi bir özgüven bunalımıyla sürüklenmekteydi. Üçlü, ortaya Bottle Rocket isimli 13 dakikalık bir suç-komedi filmi çıkardılar. Lakin Wes Anderson’ın, dahi ile deli arasındaki çizgide ikamet ettiğini göstermek için yeterli bir süreydi bu. Wilson kardeşler, yalnızca 13 dakikalık bir filmi, haftalar boyunca kurgu masasında işleyen Anderson’ın aklını kaçırdığını düşünmeye başladılar. Ortaya çıkan yapım, Sundance Film Festivaline kabul edildi. The Simpsons’ın ardındaki isim, ünlü prodüktor James L. Brooks, filme aşık oldu ve uzun metraja çevrilmesi için gerekli parayı karşılayacağını söyledi.